Eleştirinin Eleştirisi: Yeni Sözler Edilmeli mi?
Alp Doğu Eser
Her zaman hayatlarımızın bir köşesinde yer alan bir olgu olmuştur sanat. Herkesin ondan kendince alabileceği bir şeyler vardır ya da almayı hiç tercih etmeyeceği... Kimisi eğlenir, kimisi ilgi duymaz, kimisi gitmiş olduğu bir sergideki entelektüel ortamın paydaşı olmaktan keyif alır, kimisi ise Wassily Kandinsky’nin de dediği gibi gelişimine öncü bir tat bulur. Sanat budur ve bu şekilde algılanmalıdır diye tasdik eden bir kurum da yoktur hani… Günün sonunda sanat hep bir yerlerdedir. Hatta bazı dönemler, bir alımlayıcıya ihtiyacın duyulmadığı örnekler de söz konusu olmuştur. Mesela Fra Angelico’nun San Marco Freskleri… O tarihlerde keşişler ve din adamları dışında acaba kimler görüyor olabilirdi ki? Kimi zaman bir amaca hizmet ederken görülen sanat kimi zaman ise kendi gerçekliğinin, kendi alanına hizmet eden değer noktalarının peşinden koşarken yakalanmıştı gözlere. Ama değişmeyen bir şey vardır ki, o da sanatın her zaman gündemde bir şekilde yer aldığı ve alacağıdır. Öyle ya, kimler kimler yoktur ki sanat hakkında kıymetli düşüncelerini sunan, say say bitmez… Örneğin filosofların – doğru yazılışı s harfi iledir- yaşadıkları dönem içerisinde birbirleriyle yarışırcasına sanatın ne’liği üzerine kafa patlattıklarını, güzelin ve estetik olanın ne olduğu hakkında söylemlerde bulunduklarını okuruz hep birlikte. Hatta bu, bazı zamanlar, sanatı hangi değerli ismin gözünden görmemiz gerektiği ve hangisinin yol haritasının birer paydaşı olacağımızı saptamamız konusunda problemler de çıkartmıyor değildir. Şöyle baktığımızda her bir ismin kendilerine özgülenen, kendileriyle beraber anılan sanat tanımlamalarının ve estetik anlayışlarının olduğunu görmemiz mümkündür. Özetle her yiğidin yoğurdu farklı şekilde yediğini söyleyebiliriz. Ya sanat eleştirmenleri? Hepsinin sanatın direksiyonunun/yörüngesinin başka bir yöne doğru kırılmasına katkıları olmuştur az ya da çok. Peki sizce yeni sözler söylemek için yolun sonuna mı geldik? Yoksa bizlerde tıpkı ismi geçirilen veya yazı kapsamında anılamayan birçok isim gibi geliştirdiğimiz sanat anlayışını/algısını dillendirmemeli miyiz? Sanat Tarihçisi, ilgilisi ya da severi kendi benliğinde yakalamış olduğu sanat algısını ifade etmeli mi, etmemeli mi? Yoksa Hans Belting’in Sanatın Tarihinin Sonu adlı kitabında hafiften dillendirmiş olduğu gibi kanonun sonuna gelindiğine dair netleşmeli miyiz? Sanat, aşağıdaki filozof veya eleştirmenlerin söylemleri üzerinden mi ele alınarak mı anlaşılmalı? Onlar böyle olmasını mı tercih ederlerdi?
Yazının ilk bölümünde kısaca – ki söz konusu bu isimler olduğunda bir yazı kapsamında her söylemi ele almak mümkün değil- Sokrates, Platon, Aristoteles ve daha güncele yakın bir örnek olarak Freud’un sanata karşı geliştirdikleri – ki buradaki sanat tüm alanları kapsamaktadır- temel yaklaşımlar gündem edilecek, ikinci bölümde ise Baudrillard, Donald Kuspit, Arthur Danto gibi eleştirmenlerin – Baudrillard’ın sosyolog olarak geçtiğini ifade edelim- ve Duchamp özelinde yazıları bulunan Octavio Paz’ın Marcel Duchamp yorumlamaları bu furyaya eklenecektir. Son bölüm de ise metnin ana mesajına yönelik bir değerlendirme sunulacaktır.
Başlangıçta hakkında konuşacağımız isim pek tabii Platon olmalıdır. Antik Yunan felsefesinin en önemli filozoflarından birisi şayet sanatı ele aldıysa, kendisinin sözlerine kulak vermemekte pek mümkün değildir. Platon’un sanata yaklaşımına dair en kapsamlı yorum, bir sanatçı tarafından meydana getirilen eserlerin birer taklit olması anlayışıdır. Ona göre, önceden bilgi olarak bizlere tanrı tarafından sunulan ideaların varlığı söz konusudur. İnsanoğlu da bu ideaların birer takipçisi olarak üretendir. Fakat ona göre üretilen şey her ne ise, çoktan zihnimizin bir köşesinde yer etmiştir bile. Buradan hareketle ortaya koyulan ürünlerin özgün olmadığı, hali hazırda zihnimizdeki ideaların bir imitasyonu olduğu düşüncesine yöneliriz. Örnek olarak evimizdeki bir sandalye, masamızdaki bir bardak, okuduğumuz bir kitap ya da bir herhangi bir masa gösterilebilir. Bir sanatçı konu evreni içerisine şayet bir masayı aldıysa, masa zaten tanrı tarafından zihinlere takdim edilmiştir. Orijinallik, özgünlük, teklik ya da sanatın biricikliği fenomeninden söz etmek bu koşullar altında mümkün değildir. Fakat bu taklit anlayışı yer yer yerini farklı bir anlayışa bırakır… Mesela bugün gittiğimiz bir sergide, bir tabloya iliştirilmiş çaydanlık, sehpa ya da sandalye görmemiz mümkündür. Peki sandalyenin ortaya çıkışındaki ana amaç nedir? Oturulacak bir nesnenin gerekliliği olabilir mi? Ama bizler orada, bahsi geçen sandalyenin sanatçı tarafından pentür alanının bir bölmesine konumlandırıldığını gözlemleriz. Sanatçının müdahalesi sonucunda bir idea orijinalliğinden uzaklaşır. Taklit olduğu müddetçe sanat, işlevsel olarak aldatıcı ve bir o kadar da olumsuz olacaktır. Peki Platon’a göre insanlar sanattan ne almalı ve nasıl etkilenmeliydi? Ona göre sanatın eğlendiren bir tavrı bulunmakta idi. İnsanları incitmez, onların zihinlerine, karakterlerine ve hayat pratiklerine asla zarar vermez, kelimenin tam anlamıyla yarayı kaşımanın vermiş olduğu hazza sürüklerdi.
Platon’un hocası olan Sokrates’in bakış açılarının günümüze gelebilmesinde en önemli kaynak yine Platon’un kendisi olmuştur. Bunda, arkasında yazılı bir kaynak bırakmamasının ana etken olduğu söylenegelir. Kendisi Platon gibi ucu bucağı olmayan, soyut ve bir o kadar da erişilemez bir sanat anlayışının takipçisi olmamıştır. Onun anlayışında sanat ve güzel olan şeyler faydalı olarak değer kazanmıştır. Sanata ahlakçı bir tutumla yaklaşan Sokrates, zararlı olanın çirkin olacağını söylemiş, hoş bir sohbetin, güzel bir öykünün, tadı damağımızda kalan bir müziğin, hafızalarımızda yer eden bir resmin ve heykelin bizlere zevk vereceğini ifade etmiştir. Sanatçı, bu senaryo da orantılı olanı resmetmekle görevli biri olmuştur.
Bir diğer isim Aristoteles tarafından simetrinin, armoninin ve orantının gündem edildiği görülür. Sanat doğadaki eksiklikleri ve yanlışları temizler, kusurları mümkün mertebe onarmayı dener. Sanat bir bütündür, düzen ve ölçüdür. Sanatın kendi niteliği Aristoteles anlayışında doğayı bozmak, doğallıktan çıkarmak ve başka bir bağlama taşımaktır. Gerçekte etrafınızda görmüş olduğunuz nesneler ile sanattaki nesneler bu anlayış doğrultusunda farklılaşırlar. Aristoteles her ne kadar sanata yönelik düşüncelerinde Platon gibi taklide yer vermiş olsa da o, taklidin insan doğasında var olduğunu ve insanın ilk bilgileri edindiği bir aracı olduğunu söyleyerek farklı bir pencere açmıştır önümüze. İnsanoğlu taklidin de katkısıyla bilgi sahibi olacak, saf ve bir o kadar da zihinsel bir zevk duyacaktır.
Daha güncel bir örnek olarak Freud’u gündem etmek isterim. O da kendi döneminin sanat anlayışından bir hayli uzak bir yapıyı yansıtır. Hatta bu benim de özellikle metin içerisinde ona yer vermemin nedenidir. İlgi ve alakası daha ziyade klasik anlayışa dönüktür. Sanat söz konusu olunca kafasını eski ustalara çeviren Freud, Yunan ve Roma’ya önem atfetmiştir. Sanatı ve sanatçıyı da yorumlamayı ihmal etmeyen filosof, anlatısının merkezine bilinç dışılığı almıştır. Ona göre sanatçılar, bilinçdışının kapısını aralamaya en çok yaklaşan kişilerdir. Freud’un sanatçı merkezli ve bilinçaltı üzerine temellenen değerlendirmelerinde çocukluk süreci, cinsellik ve saldırganlık dürtülerini ele aldığı görülür. Sanatçının yaratma kaynağının bilinçaltı olduğunu savunan Freud, bu süreci yüceltme olarak nitelendirir. O, sanat eserinde insanı ararken rüyaların, cinsiyet faktörünün ve çocukluk anılarının, bilinçaltına itilmiş bastırılmış duyguların son derece değerli olduğunu iddia etmiş, bu yaklaşımı birçok sanatçı tarafından kabul görmemiştir.
Buraya kadar örneklem olarak sunulan her bir ismin, görüldüğü üzere, farklı bir sanat, estetik ve sanatçı tanımlamaları/anlayışları bulunuyor. Peki bu isimler bu kadarla sınırlı mıdır? Asla... Immanuel Kant, Friedrich Wilhelm Nietszche, Henri Bergson, Walter Benjamin, Goerge Santayana, Benedetto Croce, Bertolt Brecht, Theodor Adorno, Roman Ingarden, Martin Heidegger, Jean-Paul Sartre, Nelson Goodman ve Umberto Eco ve daha birçok farklı isimde kendileriyle birlikte anılacak sanat anlayışlarına sahiptirler. Yer yer birbirlerinin düşüncelerinin ortağı olur, yer yer ise doğrudan kendi fikirlerini ortaya koyarlar. Şimdi dilerseniz biraz da santçı Marcel Duchamp’ı merkeze alarak farklı görüşleri dillendiren sanat eleştirmenlerinden söz edelim…
Jean Baudrillard (1929-2007) Sanat Komplosu adında bir makale yayımlar ve söylenilene göre ortamı kasıp kavurur. Bu kasıp kavurma ya da olay çıkarma hususu hep ben de soru işareti yaratır. Neden söylenilenler yerine ortada olanlar olay çıkarmaz ki? Her neyse… Baudrillard makalesinin merkezine satranç ustası olarak addedilen Marcel Duchamp’ı (1887-1968) yerleştirir. Duchamp bilindiği üzere bir tesisatçıdan aldığı pisuvarı ters çevirir, adını Çeşme (1917) olarak belirler, imzalar ve kendisinin de jürisi olduğu Bağımsızlar Sergisi’ne yollar. Başlangıçta hiç kimsenin dikkatini çekmeyerek serginin gizli bir bölmesinde tutulan Çeşme, çok geçmeden 20.yüzyılın en etkileyici eseri olarak değer kazanır. Baudrillard Duchamp’ın bu eyleminin, sanatı bayağılığa ve atıklara sürüklediğini söyler. Artık sanatta üslupların veya sanatçı tavrının öneminin ortadan kalktığını, sanatın izlenimci mi, dışavurumcu mu olacağına dair geliştirilen soruların önemsizleştiğini, sanat kendi iskeletini göstersin mi, ışık ve gölge oyunları önemli mi gibi soruların tamamen ortadan kalktığını ifade eder. Arthur Danto’da,(1924-2013) kitabında yer vermiş olduğu, hayali karakter olarak lanse ettiği J. ve eseri anlatısıyla, herkesin ve her şeyin sanat olabileceğinin yolunu açan kişinin Duchamp olduğunu iddia eder. Duchamp bir kar küreğini sanat yaptı ve oldu. Bir bisiklet tekerleğini de sanat yaptı, e oda oldu. O halde J.’nin herhangi bir nesneyi sanat haline getirmesine tepki vermemiz makul olmaz diyerek başka bir fikri ortaya koyar. Donald Kuspit (1935) ise Duchamp’ı, çok fazla satranç oynamasından hareket ederek cinsellik üzerinden ele alır. Ona göre satranç ve cinsellik paralellikler göstermektedir. Şu sözleri dikkat çekicidir;
‘’ (…) Düşünsel açıdan zorlayıcı olsa da satrancın – ironik bir açıdan – cinsel anlam taşıdığını ifade etmekte fayda var. Satrançta vezirin görevi şahı korumaktır. Çünkü vezir şahtan daha güçlüdür, hatta oyundaki en güçlü taştır. Şah ile vezir aynı hareketleri yapabilirler, bu nedenle de birbirlerine benzerler, ama şah bir defada yalnız bir kare ilerleyebilirken vezir istediği kadar ilerleyebilir – yani aralarında önemli bir fark vardır. Dışarıdan bakıldığında yönetici olan şah, aslında vezirin yanında iktidarsız ve pasiftir. Tam anlamıyla bir satranç ustası olan Duchamp, kimi zaman içindeki şahı korumak için veziri kullandığında bile örtük biçimden kendine vezirle özdeşleştirmiştir. Bir tarafın ‘’mat’’ olmasıyla oyunun sona ermesi satrancın cinsel karakterini de göstermektedir. Satranç ironik bir ‘’çiftleşme/mat olma oyunudur; Duchamp bu oyunu büyük olasılıkla çabucak öğrenmiştir (…) (Kuspit, 2018: s. 62-64).
Octavio Paz (1914-1998) ise özellikle Kuspit benzeri yorumlar yapanlara, onlar plastik etkiler ile değil, felsefeyle ilgilenirler demiştir…
Şimdi de kısaca Marcel Duchamp hakkında değerlendirmeler sunan eleştirmenleri gündem ettik. Düşüncelerin öznel olduğu fikriyatından hareket edersek, sanatın ne olduğunu, nasıl algılanmasının gerektiğini, hangi eserin sanat olup olmadığını tasdik etmenin mümkün olmadığı ortaya çıkıyor. Çünkü herkesin farklı bir fikrinin varlığı söz konusu… Örneğin Amerikalı sanat eleştirmeni Sayın Terry Barrett’ın (1945) geçenlerde bir kitabını aldım. Kitabın adı ‘’Eleştiri’’ idi. Yazar bir eleştirinin nasıl yapılması gerektiğine dair ipuçları sunuyordu ve hareket noktası ‘’tutarlılık’’ idi. Bunun üzerine önce Instagram üzerinden bir paylaşım yaptım ve sonra doğru platformun burası olmadığını düşünerek hemen kaldırdım. Kendisine bir e-posta atmayı düşünüyorum. Hangi yorumun daha tutarlı olduğunu nasıl saptamalıyız? Tutarlı ama kime göre neye göre? Sizin endüstriyel bir sıkışıklık gördüğünüz eserde, bir diğeri formların takipçisi oluveriyor... Hangisi doğru? Ek olarak kitapta, bir sanatçıya bu eseri hangi düşünceyle yola çıkarak yaptınız diye sormamızın dahi yeterli olmayacağı vurgulanırken, bunun nedeninin herkesin eserden farklı hikayeler yakalaması sunuluyor. O zaman tutarlı olan eleştirilerin her biri bir diğer eleştirmen için tutarsız hale gelmiyor mu? Tasdik eden ya da saptayan kimdir? Mesela 20.yüzyılın en üretken adamı/sanatçısı Pablo Picasso, ben sanat tarihçisi değilim, eserimi yaparım ve onlar hikâyeyi yakalama noktasında devreye girerler deyip, eserlerinde trigonometri ve matematik etkisinin varlığından dem vuran eleştirmenlere bunlar boş söylemlerdir diyerek kendisiyle çelişmiyor mu? Bu son derece tartışmaya açık bir husus… Belki de bu e-posta sonrası ben de aydınlanmış olacağım.
Bu duruma yönelik bir hikayem var. Bu yaşadığım anı Modern Sıkışıklar adlı kitabımın da yola çıkışına katkı sağlamıştır. Bir gün bir sanat fuarına gittim. Etrafta gezerken genç iki arkadaşımızın bir eserin karşısında konuştuklarını gördüm. Esere doğru yaklaştım ve ister istemez konuşmaya kulak misafiri oldum. Karşımızdaki eser soyut bir çalışmaydı. Arkadaşımız görüyorsun değil mi, sanatçı günümüz dünyasının insanının sıkışmışlığını tuvale iliştirmiş diyordu, benim gördüğüm ise pentür alanının kendine has özellikleriydi; formlar, renklerin bir aradalığı ve hızlı fırça darbeleri… Böyle olduğunda insan biraz şaşırabiliyor çünkü arkadaşımızın görmüş olduğu sıkışıklık bende karşılık bulmamıştı. Daha sonra Hal Foster’ın (1955) bir kitabına denk geldim ve şu sözler ilgimi çekti:
‘’Günümüzde sanat eserine bakarken egemen olan yaklaşım, duyguları ön planda tutar. Kant şu kadim ‘’Eser güzel midir?’’ sorusunu yeniden sormuş ve Duchamp şu avangard ‘’Eser sanat mıdır?’’ sorusunu formüle etmişse, bizim de öncelikli kriterimiz görünüşe göre şu soru olmalıdır: Bu imge veya obje beni duygulandırıyor mu?’’ Eskiden bir eserin, geçmişin büyük sanat eserlerine kıyasla ‘’kaliyesinden’’, sonrasında çağdaş estetik ve/veya politik tartışmalarla olan ilişkisine göre ölçülen ‘’fayda’’ ve ‘’eleştirelliğinden’’ bahsederken, bugün objektif bir biçimde sınanamayan, hatta üzerine pek uzun uzadıya tartışılamayan pathos’una bakıyoruz. Beni tam on ikiden vuran bir eser, sizi ıska geçebilir (Foster, 2020, s. 25).
Bu metin benim için son derece açıklayıcıydı. Tıpkı yukarıda saydığımız isimlerde de gördüğümüz üzere sanatın herkes için aynı olmasının mümkün olmayacağı gibi, bir eserden de herkesin alacağı ana metnin/mesajın aynı olamayabileceği konusunda netleşmiştim. Ancak daha sonra eğitimli gözün soyut bir eserden illaki bir mesaj alması gerektiğini söyleyenler oldu. Daha da öte de sanatı açıklarken Freud’un yaklaşımını merkeze almam gerektiğini söyleyenlerde… Öte yandan benim yaşadığım durumun çok daha makul olduğunu, soyut eserlerde asıl bakılması gerekenin plastik özelliklerin olması gerektiği tarafıma iletildi. Bütün bu yaşadığım süreç, bana, sanatın alımlanışı noktasında fikirlerin gerçekten de subjektif olduğunu ve tartışmanın manasızlığını hatırlattı. İletilen bir başka eleştiri ise okuma eksikliğim olmuştu. Ben de eleştirilere şu şekilde karşılık verdim:
1- Siz tabii ki, yine, kendi perspektifinizden Freud merkezli okumamalar yapabilir, işi farklı şekilde konumlandırabilirsiniz. Bakılmalıdır, olmalıdır, şöyle olmalı böyle yaklaşılmalıdır gibi söylemleri asla doğru bulmuyorum. Siz sanatı, Freud başta olmak üzere, başka filozoflar üzerinden okuyabilirsiniz. Buna kim ne diyebilir?
2- Sayın Octavio Paz, bu tür yorumlamalarla ilgili olarak şu sözleri söylemiştir; ''Eserleri bu tür anlayışla çözümlemeye kalkanlar, muhtemeldir ki sanat ile değil felsefe ile ilgililerdir.'' Şu an yazarın bu yaklaşımı ve yorumu nedense daha da ilgimi çekti doğrusu... Yine Sayın Arthur Danto ise, simge ve semboller üzerinden okumalar yapılması ve çok ucu açık yorumlarda bulunulması üzerine ''sanat ilgilileri ve eleştirmenleri anlam ortaya koymak zorundadır, eleştirmenlere ve değerlendirme yapanlara kızmamak gerek, çünkü işleri budur'' diyerek farklı bir katkı sunmuştur. Kısaca her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır demektedir. Tıpkı sizinki ile benimkinin aynı olamayacağı gibi...
3- Siz, sevgili sanat insanları, eleştirmenler ya da meslek alanının kıymetli insanları soyut örnekleri sıkışıklık ya da başka bir duygulanım üzerinden ele alabilirsiniz. Ben de formlardan, biçimlerden ve renklerin hareketlerinden etkilenerek pentür alanının kendine has özellikleriyle değerlendirebilirim. Sanat budur- ki bunu tasdik edecek bir mekanizma asla yok- sanat böyle okunmalıdır gibi bir anlayışla hareket edecek olursak mesleğimizin, bizlerin gereksizliği, sanat tarihi kanonunun da gerçekten sonuna gelindiğini masaya yatırmamız gerekecektir. Bu başka bir problematiği ortaya koyabilir...
Bir sanat tarihçisi olarak, bizlere ciddi anlamda örnek olan filosofları ve sanat eleştirmenlerini okumamızın ve anlamamızın bir gereklilik olduğuna inanıyorum. Ancak, bu, kendi fikirlerimizi geliştirmemiz noktasında bir engel teşkil etmeli midir? Yine, geliştirdiğimiz ve farklı gördüğümüz noktaları ifade ederken, karşımıza Freud’un ya da Platon’un çıkartılarak sanat bu şekilde algılanmalıdır denilmesini de benliğimde bir noktaya konumlandıramıyorum. Hiçbirimiz filosof olduğumuz, onlar kadar yetkin olabileceğimiz gibi bir iddianın peşinden gitmiyoruz. Ancak günün sonunda, sanat algısı herkesin kendini entelektüel anlamda yetiştirerek varacağı bir yol değil midir? Nasıl ki andığımız değerler sanatı ele alıp bir şeyler söyledilerse hakkında, nasıl ki modern sanat sürecinde her bir akım farklı bir özelliği sunarak ve bilim gibi birike birike yol haritasını belirlediyse, bizlerinde yeni sözler söylememizin gereklilik olduğunu düşünüyorum. Yoksa her zaman söylenegelen hayat ileriye doğru akıyor, her gün yeni bir anlayış ortaya koyuluyor söylemi içi boş bir anlatı mı? Sanat tarihi kanonu sona mı erdi sanat asla yerinde saymıyorken? Bugün de gördüğünüz üzere sanatçıların değişiklik gösteren pratikleri ve eğilimleriyle birlikte sanat, daima yeniliklerle karşımıza çıkıyor… Mesela NFT ve sanat flörtü… Hep tartışılagelen biriciklik, teklik ve özgünlük hususunu günümüzde, sizce, Walter Benjamin (1892-1940) üzerinden ele almak ne kadar doğru? Üstelik söz konusu metin 1935 yılına ait ise… Yeni bir terminolojinin ve teorinin gelişmesi mi gerekli değil midir? Yani yeni sözler söylemek…
Son olarak Baudrillard, Kuspit, Danto ve Paz değerlendirmelerine karşı anti-tezlerimi sunmak isterim; Jean Baudrillard’ın Duchamp tarafınca sanatın atıklara ve bayağılığa sürüklendiği düşüncesine katılmadığımı belirtmek isterim. Birbiri ardına gelen onlarca sanat akımında gördüğümüz üzere her bir sanatçı farklı bir anlayışı ortaya koyuyor. Sanatçılar kendileriyle anılan sanat anlayışlarına yönelik işler üretmeden önce, birçok farklı üslubu ve tarzı denerler. Duchamp daha önceleri izlenimci-fütürist ve kübo-fütürist eserler ortaya koymuş bir sanatçı. Bir gün uyandınız ve Duchamp’ı tesisatçı da gördünüz gibi bir algı asla söz konusu değildir, bu bir süreçtir.
Duchamp burada bir şeyi sorgulamaktadır; İlk önce sanat illaki tuvale mi olmalı, sanatçının yeteneği üzerinden mi okunmalı demektedir. Daha sonra Düşünce sanat olabilir mi? diyerek topu kelimenin tam anlamıyla kucağımıza bırakmaktadır. Sanatçının bir nesneye müdahale etmesi, değiştirmesi ve imza atması üzerinden okunabilecek bir sanat mümkün müdür? Yönelttiği bir diğer sorudur. Duchamp bu tür nesneleri aldı ve bir araya getirerek bir isim verdi. Üstelik kimi zaman Dadaizm akımı (1916) sanatçılarıyla birlikte anılmasa da Dadaizm akımı içerisinde de yer alıyordu. Dadaizm neydi? Saçmalıklara ve ironileri içeriye almadılar mı? Onun bu tavrını Mona Lisa’ya sakal/bıyık çizmesinden de yakalayabilirsiniz. Manifesto olarak sunulandan farklı bir şey mi yapılmış? Hepsini geçtim Duchamp bir kar küreğini sergiledi diye sanat bu olmalı diye bir algı oluşabilir mi? Görünen o ki toplum eşrafında kabul görmüş! Duchamp bu eylemde bulunurken, ‘’ya bunu sonra kötüye kullanırlar demiş midir?’’ sanmıyorum…
Aynı şekilde Sayın Arthur Danto’dan da farklı bir düşüncem var. Evet J adında hayali bir karakter olsun ve seçmiş olduğu bir nesneyi sergiye yollasın. Danto’nun kendisinin de dediği gibi benzeri işleri yapan ilk isim Duchamp idi. Ama sonuçta Duchamp’ın sağlam temellere dayanan, sorguladığı bir husus söz konusuydu. Onun sorgulama alanı doğrudan sanattı. Ayrıca Duchamp bunu çoktan yapmıştı. J istediği kadar bu şekilde davransın, o yapmaya çalışırken Duchamp çoktan satranç oynamaya başlamıştı. Bu anlayış, bugün gittiğimiz fuarlarda ya da sanat etkinliklerinde de gördüğümüz bir şeydir; Hazır Nesneler. Bazen bizleri çok etkileyen işler ortaya çıkar, bazen ise hadi oradan dahi diyebiliriz çünkü zihnimizde, anlatılmak istenen mesajı duyduğumuzda makul bir zemine oturtamayız. Günün sonunda hazır nesne fikrini bulan adam, her zaman uygulayandan bir adım önde olacaktır. Kuyuya ilk taşı atan adam odur! Sayın Donald Kuspit özelinde ise sanatçının tonlarca röportajı söz konusu satranç ile ilgilidir. Bu ona özellikle sorulan sorulardan biridir. Ne diyor sanatçı;
Bazen bir uyuşturucuyu andırdığını düşünüyorum. Yani şöyle ki uyuşturucu olmasa da satranç, bağımlılık yapıyor. Kısaca genç yaşta satranç oynamaya başlarsanız, onunla büyür onunla yaşlanırsınız hatta onunla ölürsünüz. Yani bu kolayca bırakıp arkanızı dönüp gidebileceğiniz bir tutku değildir. İnsanla mezara kadar gider. Ve dolayısıyla hayatımızda olağanüstü bir zaman alır. Bu benim başıma geldi ve isteklerimi yapmama katkı sağladı. Yani olabildiğince az resim yapmak, yaptığım resimlerde tekrara düşmemek noktasında işe yaradığını düşünüyorum.
Bu sadece bir örnek. Çok fazla söylemi var satrançla ilgili… Kendisinin ağzından duymadığımız bir fikriyata nasıl varabiliyoruz? Mesela Orta Çağ çalışan sanat tarihçilerinin şöyle bir problemi vardır; ‘’Düşündürmüştür’’ söylemi… Çünkü gidip sorabileceğiniz bir sanatçı yoktur ortada ve ancak yorumlayarak bir sonuç geliştirebilirsiniz. Ama Duchamp öyle mi? Oradaydı ve tercihi konuşmaktı…
Ve son olarak Sayın Octavio Paz; bir pisuvarın, bir bisiklet tekerleğinin, bir kar küreğinin plastik etkisini değerlendirmemiz ne derece mümkün? Üstelik sanatçının elinden çıkan bir şey dahi değilken...
Gördüğünüz gibi, herkesin fikri olduğu gibi bizlerinde fikri olabilir, eleştirinin eleştirisi yapılabilir, eleştiriye yeni bir perspektifler eklenebilir. Yukarıda saydığımız değerler konuştular, fikirlerini savundular, düşüncelerini yansıttılar… Yer yer tartıştılar, yer yer anlaştılar… Aynı fikirde olmadıklarında dahi saygı duydular. Buna kanıt sunamasak dahi, düşün dünyası farklı fikirlere saygılıdır diye düşünmek istiyorum…
Bu bizlere de bir örnek teşkil etmelidir çünkü;
‘’Fikirler ancak ortaya koyulduğunda anlam kazanır…’’
KAYNAKÇA
Aliçavuşoğlu, E. (2012). Psikanaliz, Freud ve Sanat. İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Yıllığı, s. 20. ss. 1-16
Ataç, O. (2021). On İki Öfkeli Sanatçıyla Dadaizm. İstanbul: Genç Destek Yayınları
Barrett, T. (2020). Eleştiri: Öğrenciler İçin Bir Rehber. (Çev. Manolya Aşık Öztürk), Hayalperest Yayınevi
Baudrillard, J. (2018). Sanat Komplosu. (Çev. Elçin Gen, Işık Ergüden), Sanat Hayat Dizisi, İstanbul: İletişim Yayınları
Belting, H. (2020). Sanat Tarihinin Sonu. (Çev. Mustafa Tüzel), İstanbul: İletişim Yayınları
Benjamin, W. (2019). Teknik Olarak Yeniden Üretilebilirlik Çağında Sanat Yapıtı. İstanbul: Zeplin Yayıncılık
Bozkurt, B. (2013). Sanat ve Estetik Kuramları. İstanbul: Sentez Yayıncılık
Danto, A. (2014). Sanat Nedir*. İstanbul: Sel Yayıncılık
Danto, A. (2019). Sıradan Olanın Başkalaşımı. (Çev. Esin Berktaş, Özge Ejder), İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Foster, H. (2020). Ya Farstan Sonra Çöküş Çağında Sanat ve Eleştiri. (Çev. Aslı Önal), İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Kandinsky, W. (2021). Sanatta Manevilik Üzerine. (çev. Tevfik Turan), İstanbul: Everest Yayınları
Kuspit, D. (2004). Sanatın Sonu. (Çev. Yasemin Tezgiden), İstanbul: Metris Yayıncılık
Maes, H. (2022). Sanat ve Estetik Üzerine Söyleşiler. (Çev. Ebru Berrin, Alpay Döken), İstanbul: Hayalperest Yayınevi
Paz, O. (2017). Marcel Duchamp Çırılçıplak Soyulmuş Görüntü. (Çev. Şule Demirkol), İstanbul: Everest Yayınları
İNTERNET KAYNAKLARI
https://wannart.com/icerik/27786-platon-ve-sanat-anlayisi (Erişim: 9.09.2022).
https://www.tarihlisanat.com/sanat-felsefesi/ (Erişim: 10.09.2022).
https://www.filozofunyolu.com/aristoteles/aristoteles-sanat-felsefesi-estetik/(Erişim: 11.09.2022).
RÖPORTAJLAR
Marcel Duchamp Röportaj: Dada hakkında konuşuyor (1956), https://www.youtube.com/watch?v=Wuf_GHmjxLM (Erişim: 20.03.2022).
Marcel Duchamp Röportaj– Satranç (Çeviri: Murat Erşen); ahttps://www.youtube.com/watch?v=UIbrecadopc&t=31s (Erişim: 10.04.2022).
Yorum
En güzel yazılardan birisi…
En güzel yazılardan birisi. Derinliğiniz daim olsun. Elestirmenlige en yakın duran felsefeciler ve sanat tarihçiler bence
Ćok teşekkürler 🌹
In reply to En güzel yazılardan birisi… by Tuğba isen (doğrulanmamış)
Güzel ve motive edici yorumunuz için teşekkür ediyorum, sevgiler ve selamlar...
Çok güzeldi..
Düşünen ve üreten beyinlere ihtiyacımız dünden daha çok. Bazen herkes duyana kadar susmadan konuşmak gerekir. Başarılar diliyorum.
Yeni yorum ekle