Kitap: ‘Pirana Kahkahaları’

Edebiyat

‘Pirana Kahkahaları’, Serap Gökalp

 

İnci Gürbüzatik

 

İnsan ilişkilerinde değişen, ayrışan, gittikçe keskinleşen bir şeyler var.Piranalaştığımızınbelki de hiç farkında değiliz.

 

Yazar Serap Gökalp, pirana balıklarının yok edici vahşiliğinden yola çıkarak aslında insanları anlatıyor öykülerinde. Piranaları tanıyalım ki, nasıl insanlaştıklarını ya da insanların nasıl piranalaştıklarını anlayabilelim.

“Şiddet…

Farklı kılıklarla sokulur yaşamlara ve gözüne kestirdiğini yok eder.İri sivri dişleriyle yemediği hiçbir şey yoktur,çiğnemeksizin yutar.Kendinden çok daha büyüklere saldırıp parçalar koparır.Aile bağları güçlüdür ama yaralı annesi bileolsakokuyu alınca yer.Duyuları mükemmel işler, eylem çılgınlığı boyunca sürekli konum değiştirir, çok hızlı hareket eder.Bu yüzden onun olduğu her yer kaynar.Yaşam düzeyinin düştüğü sularda yüzenleri daha tehlikelidir. Giderek sürüye dönüşüp uzman takımlar oluştururlar. İçlerindeki yaralılar dahil her şeye göz dikerler.Küme bilinci yüksek bu yaratıklar,onlarla aynı ortamı paylaşan ötekileri ortaklaşa tüketiyorlar.İlk yaptıkları kurbanlarının tüm hareket organlarını kopartmak.Onu canlı, çaresiz, baş aşağı asılı halde bırakmak, sonra birer birer yok etmek.Şiddet…”

Bu piranayı korkulu sularda aramaya gerek yok. Keskin bir göz, onun her yerde olduğunu görür. Geçmişte var olduğu gibi gelecekte de umulmadık anlarda ortaya çıkacak kahkahaları hep duyulacaktır.”

Bu kitap, ‘Pirana Kahkahaları’ adından, kapağındaki resimden başlayarak ki- Ressam Cengiz Evgani’nin bir tablosudur- bizlere ‘açın gözünüzü’ diyor, ’neler oluyor size, bize böyle? Tehlikeyi neden umursamıyorsunuz?’ Tam da çağımızın Türkiye’si, savaşlarla, şehitlerle, korkunun kol gezdiği şehirlerle dolu, küçülmüş vahşi Dünya için bir işaret fişeği ateşliyor. Karanlıktayız çünkü ve sevimli tatlı su katilleri göründüğü gibi balık değil. Yamyam insan artık.

 

Yazar Serap Gökalp’in bu yazdıklarını okuduktan sonra pirana balıklarıyla ilgili okur merakım kamçılandı.Piranaların bizim sularımızda da yaşadığını hayretle gördüm ama şaşırmadım.Gerçekten bizim buralarakadar gelmişler…

‘Kızılırmak'tan pirana çıktı’,başlıklı bir haber gördüm. “Pirananın Kızılırmak'a nasıl geldiği merak konusu.’ " O gün oltamıza farklı bir balık takıldı. Alıp internetten inceledik pirana olduğunu gördük. Balığı yaşatmak için onu çeşme suyuna koyduk bir süre etle besledik, 4-5 gün yaşadıktan sonra öldü. Götürüp çöpe attık" balığı tutan adamın sözleri bunlar.Çeşme suyunda yaşatmayı hem de üretmeyi düşünmüş işte.Haberlerden birinin başlığı daPirana Formun AltıAdana'da baraj gölünde dehşet saçtı’idi. Orada durum biraz farklı. Balıkçının elini, avucunu, yere düşünce de ayağını ısırıp kopartmış. Balıkçıya tetanoz aşısı yapılmış, balığı bir kovanın içine almışlar. "Yıllardır balık tutarım. İlk kez pirana görüyorum. O gölde aynı zamanda yüzüyoruz da. Beni ısırdığında korkmadım ama panikledim. Bu pirana balığı çok tehlikeli. Yetkililer önlem alsın."

“Yetkililer önlem alsın?” Bu son cümleye güldüm elbet.Ah! Keşke yetkililer önlem alsaydı dasaldırılarını gazetelerden okuyupgünde kaç kadının, bebeğin, çocuğun parçalanıp canlı canlı yutulduğunun istatistiğini tutmasaydık.

Sizinle paylaşmak istediğim ibretlik bir haber daha var, benim için önemli.

‘Maria Abramoviç, gösteri sanatlarının en unutulmaz en konuşulan ve belki de en korkunç gösterilerinden birini ‘Ritm 0’ı gerçekleştirirken başına geleceklerden habersizdi. Altı saat boyunca bir platformun üzerinde hiç kıpırdamadan duracaktı. Yanındaki masaya çeşitli objeler kondu. Çiçek, çikolata, kek, çakmak, zincir, bıçak, rastgele seçilmiş eşyalar, silah, mermi, aklınıza gelebilecek pek çok şey. Ziyaretçilerin iyi ile kötü arasında nasıl seçim yapacakları sınanacaktı. Başlangıçta nazik olan izleyiciler, önce yanağını okşar, gül verir, ona gülerken kadının biri birden küçük bir tokat atıverir. Maria bu tokata hiç reaksiyon vermez. Bunu fark eden kadın izleyiciler daha sert vurmaya başlarlar. Az önce yanağını okşayan ona gül verenler bu kez savunmasız olduğunu fark ettiklerinde şiddete yönelirler. Sonrasında sanatçıya yapılanlar inanılmaz boyutlarda, akıl almaz bir şiddete ulaşır.

Kafasına silah dayanır. Bazıları ellerindeki kalemlerle kadının yüzüne, bedenine yazılar yazmaya başlarlar. Ardından boynuna, bedenine, göğüslerine cinsel tacizler başlar. Elbiselerini makasla parça parça kesip çırılçıplak bırakırlar. Ama şiddet bitmez. Bir seyirci Maria’nın karnını bıçakla çizer ve diğerleri de onu izleyerek, belli belirsiz bedenine çizikler atıp bıçaklamaya başlarlar. Boyun kısmından akan kanı emen bile olur. Sonunda hep birlikte kaidesinden kaldırıp masanın üzerine yatırır elle tacizi sürdürürler. Bir adam tecavüz bile etmeye kalkışır. Sağduyulu birkaç kişinin itirazlarıyla önlenir bu ama bu kez de kadının çıplak ve perişan haldeki fotoğraflarını çekmeye başlarlar. Selfy-öz çekime hani çok meraklıyız ya! Performans sanatçısı altı saatin dolmasını sabırla, tepkisiz ama gözünden yaşlar gelerek beklerken, vahşileşmiş sanatseverler onu bir obje olarak görmeyi kararla sürdürürler. Eyleme katılmayan ama tepki de vermeyen bir gurubun içinden hiç kimse cesaret edip de duruma itiraz etmez. Neden sonra arkalardan bir kadın elinde bir mendille yaklaşır Maria’nın sessizce akan gözyaşlarını siler sonra da ona sarılır.

Durum birden değişir. Kadının peşi sıra kadına yapılanlardan rahatsızlık duyan azınlık gurup onu adeta bir koruma çemberine alarak kıyafetlerini geri giydirirler. Boynundaki kanayan yarayı kapatır, yaralarını bantlarlar. Ona sigara ikram ederler.Performans sanatı hiç umulmadık bir biçimde toplumsal bir deneye dönüşür.Bu olay, çoğunluğun birbirinden cesaret alarak, içindeki kötülüğü kolayca ortaya çıkartabildiğini ama durumdan rahatsız olan iyi niyetli kişilerin aynı dayanışma ve cesareti gösteremeyişini, geç kalmasının nelere sebep olduğunu gözler önüne serer.

Altı saat bitip de sanatçı hareket etmeye başladığında kalabalık korkunç biriyle yüzleşmiş gibi oradan kaçışırcasına uzaklaşır. Az önce çekinmeden işkence ettikleri kişinin tekrar birey formu kazanarak hareket etmesi kalabalığı dehşete düşürmüştür. Benim gözümde insanlık adına utanç vericidir her şey.

‘Pirana Kahkahaları’öykü kitabındaki öykülerde, Serap Gökalp’in yazmak için hiç de ilham beklemediğini, çünkü günümüzde yaşanan her şeyin konu zenginliğini işaretlediğini, o yüzden deöykünün,yazar yazmayı istediği için kalemin ucuna düşüverdiğini görüyoruz.Piranalar artık yalnızca haberlerde değil Dünya’nın her yerinde kaynaşıyor. İnsanlığın karanlık suları,yüzü bir bakıma oralar.Serap Gökalp, ‘Pirana Kahkahaları’ adını verdiği öykü kitabıyla günümüzde acıyı yaşayıpsancısını çeken, çağının tanığı bir yazar olarak, o canlı canlı yok edilişi,bıçak darbeleriyle lime lime parçalanışı, insanların vahşi, şiddete eğilimli yanını, kurbanlık oluşunu bir belgeselci titizliğiyle öyküleştiriptarihe not düşüyor.Sanatçının görevi, çağının aynası olmak,görünenin ardındakini görmek, işte tam da bu.Her şey gözümüzün önünde cereyan eder, bizim sessiz tanıklığımız sürerken,pirinaların kaynaştığı yerlerde Serap Gökalp görmediğimizi fark edip bir fotoğraf sanatçısı gibi deklanşöre basıyor. O sırada ‘bu yazılmaya değer mi?’ sorusunu sorduğundan eminim. Öyle olmasa hikâyeyi kafasında bir cümleyle başlatıp, biçimleyip, bir rotaylaçatısını kurup yazmaya başlayabilir mi?Görüntünün gerçek dışılığını keşfederken, görsel yanılgıya düşme olasılığından özenle kaçındığını, şaşırdığımız satırlara dikkat edersek anlayabiliriz.‘Öykü yazarken aldanmak, okuru aldatmaktır’ bu önemli kuralı biliyor. Onun satırlarında saklı yok aslında. Öyküde her şey apaçık ortada ama yine de okurken bilerek söylenmeyeni yakalayabilmek,dikkatli bir okur olmak gerek. Şaşırtmayı seviyor Serap Gökalp. Saplantılı bir merakla, konuyu didik didik deşip, sabırla ilerliyor öyküsünde.  Bazen bile bile aşırıya kaçan bir akıl yürütmeyle, bazen anlaşılmaz ve tuhaf şekilde gizemli, imalı yazdığını görebilmek mümkün. Etki yaratmanın, kısa öykünün olmazsa olmazı olduğunu bildiğinden, anlatımda o fark yaratmak istediğinden yapıyor bunu. İşaretlediği şiddet, vahşet, masum görünen cinayetlerin incelikleri bilinsin, kurbanlargörülsün ve üzerinde düşünülsün ve mümkünse engellensin istiyor.

Ben Kitaptaki 21 öykünün tümünden tek tek söz etmeyeceğim elbette. Her biri birbirinden farklı okunası, düşünülesi öyküler. Öykülerin amaçlanan etkiyi bıraktığını okuduğunuzda göreceksiniz. Öyle çok pirana var ki çevremizde. Bir arada kaynaşanların yanı sıra köşelerde kuytularda pusuya yatmış yok edecek av bekleşenler de var. Kana susamış, açlığı doyumsuz, gece gündüz, zaman sınırsız yok etmeye hazır olanlar da. Kahkahalarını avlarını parçalarken atıyorlar. İsterik, ciyak ciyak, kulakta çınlayan duymayı istemediğimiz kahkahalar bunlar. Piranalar her yerde, “Dev duvar afişinden yumuşak bir sıçrayışla inseydi, ancak bu kadar dikkat çekici olabilirdi. Belediye otobüsünden inip insanların arasından geçiyor.’ Piranaların arasından mı deseydim?  Yok demiyorum daha, çünkü kız upuzun ipeksi saçlarına özel bir bakım yaptıracak birazdan. Öyle güzel ki ‘bir içim su’.  Bilse gider mi o güzellik salonuna? Gitmez elbet. Diğerleri de gitmezdi. Işıkta Uyuyan Takma Saçlar.’o güzel kızla onu yutan pirananın öyküsünü anlatıyor bize.

“Acıbadem neyin kokusuydu? dedi bir takma saç kıkırdayarak. ’Bilmiyor… Bilmiyor, dedi bir bıyık hızla uzaklaşarak. ‘Resimleri de anımsamadı’ dedi uzun bir sakal,esintisi kızın yüzüne değdi.’ Gazetelerde, ekranlarda, radyolarda kaybolan kızları’ dedi uzun kıvırcık bir vampir saçı, tam üzerinde ‘zınk’ diye durmuş ona bakıyordu”

Kararlı, bilinçli ne yaptığını, nasıl yapacağını, dilin önemli olduğunu bilen bir yazar Serap Gökalp. Birbirini izleyen özenle seçili sözcükler,akışkan cümlelerle oluşan paragraflar, kılçıksız duru bir anlatım bir ritm, tempo ile ilerliyor.  Kuşkusuz bunun için öykü metniniilgiyle satır atlamadan, görerek, dil işçiliğini hissederek ve bir de koklayarak okumak gerek. Öykülergerçekten kokuyor çünkü. Kokuyu öykünün bir yerlerine özellikle koymuş. Tariflenen öyle bir koku ki istemeseniz de soluğunuz pirana saldırılarının yok ediş kokusunu kan yapışkanlığını duyumsatıyor size.

‘Kayıplara Karışan Bir Sperm Torbası Yüzünden’

Bu öykü diğerleri gibi kokan öykülerden biri.Sahte parfüm kokuyor.Ağırlığını bırakarak hemen uçup giden türden.Sahte işte.Sıradan bir gün, kediler, civcivler, pazaryeri gevezeliği, ani bir çarpışma, göz göze geliş, aşk kıvılcımı ve sonrasında kendi kendine gelin güvey olan genç bir kadın. Kızın hayallerinin hüsranla biteceğini okur biliyor ama kahraman aklına bile getirmiyor.  Finaldeki ayrıntıdan habersiz öykü kahramanıyla birlikte yola çıkıyor okur. Elinden gelse uyaracak.Bu,öyküdekican alıcıcümleyi okuyalım.

‘Ben bir bakayım’ der demez kaçınılmaz olarak ilk duygusal ısırığı hissetti.’

Sahte kozmetik ürün yüklü lüks arabanın ‘açıl susam’ açılıveren bagaj kapağının altında, kızı öpüveren koca ağızlı bir pirana. Görüntüde, bir çanta, kızın ev kirası, makine taksiti,öpüş tadında, sadistısırıklar, umut ve kan. İnsanın yalnızlığının parçalanıp lime lime edilişi. Sessizce parçalanıp yok olan her şey. Yem olan hayallerin hüsranı.

Öyküde belirsizliği ben çok severim. Okura ‘ara beni, bul beni, gör beni’ diyen metin sezdirmelerini. İpuçları da çok önemli.Okuru yazara yakınlaştırır, sürece katar, edebiyatta özlenen işbirliğidir bu.Bilirsiniz bazı öyküler kendisini iki kere okutur. Her öykü bu hazzı veremez okura. Önemli öykülerdir onlar. Ben ‘Pirana Kahkahaları’ndaki bazı öyküleri ikinci kez okuduğumda ilk etkinin üstüne çok farklı bir haz duydum. Öyle bazı öyküler var ki kısa bir filmdi gözümde. Capcanlı müthiş temposu, diyalogları ve hızlı ritmi, olaylar zincirinin sağlamlığıyla tam bir aksiyon filmiydi sanki.

Kolaycı okur için her şeyi en ince ayrıntısına kadar açıklayıcı yazmak, hatta okuru anlamaz sanmakzaten tartışılan bir konu. Benim için öykülerinde belirsizliği kullanan bir yazar, yazdığı metni okuruyla oluşturma çabasında olanbir yazardır. Bu tercih elbette yazar için de okur için de metinsel bir özellik,duygudaşlık sağlar. Çoğu kez yazarın tercihi, bile-isteye başvurduğu,öz biçim çelişkisi yaratmaktan kaçındığıbir yol, bir yöntemdir.Serap Gökalp’in öyküde ne anlatmak istediğini anlamak için, uyguladığı anlatım tarzını, dil-üslup ve tutumunu ciddiye almak, metnini de özenle okumak gerekiyor. Aslında bütün öyküleri öyle okumalıyız.Nitelikli okuma, nitelikli okuyucu olma hali elbette edebiyatın yararını görmemizi sağlıyor. Öykülerdeki özellikle söylenmemiş olan sözcükler, boşluklardaki ipuçları çok önemli. Onların da bir şiir dili yarattığını göz ardı edemeyiz.

Öykülerden beni en acıtanı on beşinde küçücük bir kız gelin. Bahar’ın öyküsü. ‘Kuşların Uçamadığı baharın Günü’.Öyküdeki kuşçuyu sevmedim. Sevemem. Acıdım adama amaonu sevemem. Çünkü o da bir pirana.‘Et çiğnemeye benzer konuşması olan büyük amcası, yürüyen bir çekirdekli keçiboynuzuna benzeyen annesi, biri böbrek hastası biri yanlış kaynamış kemik yüzünden topal, biri oto tamircisi, biri tinerci kardeşleriyle yaşıyor Bahar. Onca kalabalığın arasında evde içi boş bir çift ayakkabı gibi geziniyor küçük kız çocuğu. Kaynaşan piranaların arasında da diyebiliriz. Ne çok lime lime Bahar kız, çocuk, parçalanmış bebek var aile içi tatlı sularımızda.

‘Annemi Üzmemelisin’ kitaptaki önemli öykülerden biri. Hem ‘o’ anlatım, hem ‘ben’, hem şimdiki zaman hem geçmiş.Nasıl olur, diyorsunuz değil mi?Yazarın hüneri diyelim.Ben bu öyküyü anlatımın ötesinde başka bir açıdan çok önemli bulduğumu söylemeliyim. Toplumsal bir değişim yaşadık. Yıllarca başörtüleri yüzünden mağdur olduklarını söyledi kadınlarımız.Pek çoğu türbana büründü,büründürüldü. Kadınlardaki bu toplumsal değişim ister siyasi ister politik ister inanç özgürlüğü, demokrasi diyelim, henüz öykülerimize yansımadı. Bu konu önemli. Tek tük öykü görüyoruz türbanla ilgili. Serap Gökalp bu öyküde öyle bir metafor yapmış ki şaşırmamak olası değil.Bir yüzleşme de aynı zamanda. Böyle tesettür gibi hassas bir konuda yazılanların inandırıcı olması çok önemli. ‘Annemi Üzmemelisin’ öyküsündekitürbanlı kadın da erkek de okurun gözünde sıra dışı. Ama öykü çok inandırıcı. Çünkü örtünün ardındaki kadını insaniyanıyla görüp yazmış yazarımız. Öyküyü anlatmayacağım, okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacaksınız. Hem büyüsü de bozulmasın.

‘Yağmura Yakalananlar’ın temposu çok hızlı. Piranalar minibüsteler. Çoklar. Her birinin telaşı, derdi, tasası birbirinden katmerli. Zamanla yarışıyorlar,aceleciler, üstelik yağmur deli yağıyor. Tempo, hız, yağmurla yarışan minibüs, karar vermekte şaşkın minibüsçü, alınmış intikam, ağıtlar, ağız dalaşları ve masum görünen caniler. Yazarın ne olduğunu tam olarak söylemediği bir şeyi sezdirmeleri, imalar, yanıltmalar ve minibüsteki koku. Nereden peyda olduğu belli olmayan ölü kokusu. Diyaloglarla ilerleyen gerilimli bir kısa film, ya da tek perdelik bir oyunsanki. Capcanlı seyreder gibi okuyorsunuz. Okurken öykü artık okurun oluyor ya, işte o yüzden finaline bir şerh koydum ben. Öyle olmasaydı, keşke yankesici piranalar onu öyle yapmasalar olayın akışını değiştiriverselerdi…

Yok yok söylemeyeyim, çok final var o öyküde…

‘Her Şey yolunda Şekerim’ tam bir pirana öyküsü. Yavrusunu yiyen ya da annesini yiyen piranaların öyküsü işte.

‘Kara Maşa’Bir ukde, özlem, yarım, eksik kalmış bir yaşam parçası, anı yumağını torunuyla paylaşan bir babaanne. Hala var olan bu piranalar geçmiştekiler.Bugün varlar ve yarın da olacaklar. Öyle diyordu ya yazarımız kitabının ön sözünde. Sadece tatlı sularda yaşamakla kalmayacak tuzlu sulara da bulanık, pis sulara da alışacaklar. Kim bilir karada, isterlerse havada da yaşayacaklar.İşte bu karabasan olur.Öykülerde bazen karabasan gibi değil midir?

‘Adı ne olsun masalın?

-Adı kara maşa olsun. Çünkü bir eşya insana karabasanlarının fısıltılarını taşıyabilir. Dişlerini gösterir oraya buraya takılıp her şeyi kırıp dökerler. Hele şu kara maşa ne ateşler taşımıştır bir bilsen. Çaydanlık tıkırdamaya başlamıştı. Minik bilyeler kapaktan kaçıp sobanın kızgın demirine atlıyor orada patlıyordu. Diz dize bağdaş kurduk...’

Serap Gökalp’in ‘Pirana Kahkahalarındaki öykülerinin her biri yaşamdan kesitler içeriyor. Yalnızca kendi bilgisiyle yazılmamış, araştırılmış, gözlemle zenginleştirilmiş ve haksızlıklara itiraz eden, adil bir dünya görüşüyle, derinlemesine insani bir boyut kazanmış.Yazılan öyküler dört yıllık damıtılmış bir çalışmanın ürünü. Serap Gökalp’in aceleci olmadığını, öykülerini sabırla damıttığını biliyorum. Şunu da hemen belirtmeliyim ki, bazı öykülerinin tek başına incelenmesi bile zaman alır. Keşke bazı öykülerini tek tek ele alıp, enine boyuna, konusu, alt katmanları, dili, atmosferi, çatışmaları, kişileri, olaylar zinciri, kurgusu, sesi, kokusu, tadı, beş duyusuyla inceleyebilsek. Öykü yazan pek çok arkadaşımız var bunu birbirimizin öykülerine yapsak ne güzel ne yararlı olur.

Bütün öykülerinden tek tek söz edebilirim ama buna zamanım yetmez. Ben size kısa bir değerlendirme yapmak istedim o kadar. Gerisi, pirana kahkahalarını duymak isteyecek okurların merakına, sezgisine kalmış.

Onlara şimdiden iyi okumalar diyorum.

Tabii çığlıklara kulaklarını tıkayarak.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum

Atiye Cengel (doğrulanmamış) Cu, 15 Mart 2024 - 16:52

insan! temelinde acimasiz ve vahsi !tipki piranalar gibi!
Edebiyat Sanat Felsefe biraz olsun ehlilestirebilecek mi bu vahsi yaratigi?inci gurbuzatik serap gokalp'in kitabini bizlere tanitirken bu imkansiz soruya dikkatimizi cekiyor sanki!kendisine cok tesekkur ediyorum

Sevgi Aydın (doğrulanmamış) Cu, 15 Mart 2024 - 23:11

İnci Gürbüzatik bir kitap incelemesi
Ve değerlendirmesinin çok üzerine çıkmış. Toplumsal ilişkilendirme ve kattığı yorumlarla kitaba katmanlar eklemiş. İnci o güzel kalemini devreye sokmuş.

Nurdane Sağtürk (doğrulanmamış) Ct, 16 Mart 2024 - 09:26

Çok güzel tanıtıp değerlendirmişsin Inci Gurbuzatik , tanıtımdaki toplumsal deneyi daha önce okumuştum, linç kültürünün bir çeşidi, bu kötülükler her yerde, keşke daha iyi bir dünyada yaşasak. Serap Gökalp' de yazarken zorlanmıştır sanırım.

Esin Gürel (doğrulanmamış) Ct, 16 Mart 2024 - 19:10

Sevgili
İnci Gürbüzatik
Şahane kalemiyle , Serap Hanımın kitabını merak uyandıracak şekilde
Günümüz insanının kalbindeki kötülüğü gözler önüne koymakta..
Tesekkürler,

Emel (doğrulanmamış) Ct, 16 Mart 2024 - 19:30

İnci Gürbüzatik'in ‘Pirana Kahkahaları’, Serap Gökalp sadece bir öykü kitabı değerlendirmesi değil toplumsal ahlaki, insan olmanın çöküşünün de yansımalarını gözler önüne sermiş. Kaleminize, yüreğinize sağlık. Değerlendirmeniz ve öykü kitabı bana okuduğum 1971'de yapılan "Stanford Hapishane Deneyi" ni hatırlattı. Deneyde sıradan ve normal sayılacak üniversite öğrencilerinin sadece birkaç gün içerisinde vahşi düzeyde sadist gardiyanlara ve gitgide korkaklaşan mahkumlara dönüşmeleri. Her geçen gün, her birinin, rollerine daha da bağlı hale gelmesi. Yapılanlar öyle bir vahşi hal alır ki deneyi sonlandırmak zorunda kalırlar. Ya da haberlerde okuduğumuz intihar girişimcisine ‘atla’ tezahüratı hayretle izlediklerimiz. Haberlerde bunları şaşkınlıkla izliyorum. Serap Gökalp'in öykü kitabını merakla alacağım. Değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ediyorum. Saygılar

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.